18 Ekim 2020 Pazar

DÜŞÜNDÜKLERİMİN AZI

yazmayı öğrendiğimden beri ara ara bir şeyler hissedip sonra devam etmek üzere sağa sola notlar alırım. devam etmişliğim yok bugüne kadar fakat aşağıda okuyacağınız yazıların her biri benim için fazlasıyla önem arz eden mevzular. hepsi bende iz bırakan duyguların, hislerin yansımaları. anlamsızdır belki, sikimde değil. yazmışım o an hissedip. ve çok yakınlarım bilir bazen bir kitaptan bir cümle bazense bir şiir takılır dilime. onlardan bahsetmişim biraz, biraz varlığımı sorgulayıp hiç'e çıkmışım. kalsın bu da burada, ahvalimiz böyledir. ve yine bilen bilir bu kadar karanlık, karamsar bi adam da değilimdir. eğlenceliyimdir esasında. fakat zannediyorum ki ister istemez herkes böyle şeyler düşünüyor. 

-her ergen gibi ben de çok fazla Bukowski okudum. günlerdir dilimde şu sözü var; "...ve şimdi buraya ulaştım ya burda olmak istemiyorum." kaplumbağalara çok özeniyorum. neredelerse oraya aitler. sırtlarında bir kambur gibi taşıdıkları evleri onların aidiyetlerini belirliyor. peh! bana bak.  charles baudelaire'ye nazire gibiyim. demişti ya;"nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir. aynen öyle. böyle yazmak da hoşuma gitmiyor. sürekli birilerine atıfta bulunmak kendi fikrim yokmuş gibi hissettiriyor. hissettirmesine de gerek yok aslında. kendi fikrim yok. kopuk mu oldu bu paragraf? kopmazsa amına koyim.

-yapabileceğime emin olduğum şeylere motivasyonum yok. yapmıyorum. yapamayacağım şeylerden de çoktan vazgeçtim zaten. tek başıma yekten oksimoron örneğiyim. 

-sürekli bir hantallık hissederdim benliğimde vücudumda. son zamanlarda bunun kendim olduğunu anladım. kendime ağır geliyorum, kendimi taşıma gayretimle devam ediyorum yola. benim güçsüzlüğümden mi, ruhumun ağırlığından mı bilmiyorum fakat kendimi taşımakta çok zorlanıyorum. bazen altında kalıyorum. hani yaşlılar der ya; "guzum gafam kaldırmıyor" diye. ben kafamı bile kaldıramıyorum, zul geliyor bana kendimi kaldırmak.

-bıyığına soktuğum niçe ibnesine söyleyin göğsüme oturttuğu taşı kaldırsın. öyle bir hiççilik ki öleceğim için yaşamayı reddediyorum. öyle bir anlamsızlık ki tekrar susayacağım diye su içmekten alıkoyuyorum kendimi. ertelemek adımın yanına yeni bir isim gibi eklendi. çehov demişti. "hayatınız muazzam bir şafak tarafından aydınlatılacak olsa da eninde sonunda sizi de bir tabutun içine çivileyip çukurun içine atacaklar."

-insanların nasıl yaşadığına akıl erdiremiyorum, yaptığımız her eylem, yaşadığımız her an yok olacak. bu müthiş komik bir durum. bu komedinin farkına varmamak nasıl mümkün olabilir? bu komediye rağmen nasıl yaşanabilir? bu durum yaşamama engel oluyor. her eylemimi yok olacak kaygısıyla erteliyorum, her birinin kaygısının gölgesinde yaşıyorum. çok ilginç. var olamayan biri olarak varlığımı reddedip, varlığıma ket vurup yaşayabilmek. ya da bunun için çalışmak çok ilginç. Tolstoyun anasını sikiyim.

-oksimoron olduğumu söylemiştim, ölüm denen bir gerçeğin olması yaşamı değersiz kılmaz diyor bir yanım. bir yanım o bayık derslerimi hatırlıyor, diyalektik öğrendiğim. şuraya kadar ki anlattıklarım ve anlatacaklarımdan münezzeh olarak şunu söyleyebilirim; şuramdaki sızı geçmiyor.

-dünyanın sikinde değiliz. dünya, dünyanın üzerinde olduğumuzdan bile habersiz diye düşünüyorum. kendi isteği dışında dünyaya atılmış et parçaları olduğumuzu düşünüyorum. ve o kadar değişken varlıklarız ki kendi isteğimiz dışında atıldığımız bu yerde yaşamaya inandırılmış, kandırılmışız. bu bağlamda dünyaya müdahale edebileceğimizi sanmıyorum. son zamanlarda fazla nihilist görünüyo olabilirim ama aklımın erebildiği son raddede böyle düşünüyorum. 

-son notumu gördüğümde koca bir hassiktir çektim. hassiktir çekmemin sebebini söyleyemem hatta birçok konuda kendime katılıyorum ama hassiktir işte. bu konu üzerine ekleyeceğim şey, kendi isteği dışında geldiği dünyada, kendi istekleri dışında yaşayan, ölümü bile kendisinden habersiz bir zamanda olacak insanın intihar edebilme iradesidir. intihar edebilen insan bu değişkenlerin toplamına hassiktir diyebilmiş ve dünyaya gelişinden itibaren ilk kez kendi iradesini gösterebilmiştir. bu insanlara büyük saygı duymak gerek.

-her şey birbirini tetikliyor. melih cevdet anday okurken şunun altını çizmişim aylaklar kitabında: "..evrenin, insan için hiçbir özel amacı yoktur. İnsan türünün çoğalıp gelişmesi, sonsuz zaman içinde, üzerinde durulmaya değmez bir oyundur." belki anlamlı belki anlamsızdır.

-bir ayrılığın birden çok varyasyonunu yaşadım son 7 ayda. sonuncusu kesin ve netti. kendime bir daha bu işkenceyi yapmayacağımı umuyorum. öyle ki bu ayrılık, kimsesizlik hissi beynimin bazı bölgelerine hasar verdi. artık korkmaktan, merak etmekten bile yorulmuş halde zihnim. bu saatten sonra ya korkmadan yaşamalıyım ya da yaşamamalıyım.