25 Temmuz 2021 Pazar

BİLEMİYORUM

 herkes güzel manzaralar keşfederken ben merdiven boşluğunu seyretmekteyim. herkesin ara sokakları okyanusa açılırken ben her seferinde ummanda buldum kendimi. o ummanda bazen karşılaştığım seraplar. dissosiyatif bozukluklar. kendini bulamamak. toplumda yer etmiş kişilikli olma hadisesi bazı insanlar için farklı anlamlar teşkil ediyor. kimi birden çok kişilik buluyor bedeninde. biri bile ağır gelirken.

hangi kişilikle arkadaşsın? hangisiyle işveren? hangisiyle sevgili? hangisiyle evlat? bu oyunu çözdükten sonra bunlardan her biri anlamsız geliyor. kimin aklında nasıl yer etmek istiyorsan öyle oluyorsun bir süre sonra. dandik bir adam mı gördün? ver onla baş edecek kişiliğini. senden ömrü boyunca nefret etsin. nabza göre şerbet verme olayı o kadar rutin ki, biliyorsun artık kimin neyi ne kadar seveceğini. hiçbiri seni tanımıyor. tanıdığını sanıyor. hoş sen de kendini tanımıyorsun. niçe abimizin bir sorusu vardı sanırım. kendinle baş başa kalınca hangi dilde konuşursun diye. yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum. fakat gözlemlediğim kadarıyla çok kırıcı oluyor insan böyle bir meksika açmazında bulunca kendini. ağaçların bile kişiliğinin olduğunu bildiğin bir evrende kendini kişiliksiz bulmak -zira çok kişilik kişiliksizlikle eşdeğer- müthiş bir özsaygı eksikliği yaşatıyor insana.

oturuyorum öylece laf lafı açıyor. ölmüş bir sigaraya yakılmış ağıttır söylediklerim. yana yana kül olmuş. siz izmaritle yetiniyorsunuz. bir zamanlar sigaraydım. zaman çabucak geçmiş. sen yine bulamamışsın beni. aşık weysel bulamamış kendini be. ben nasıl bulayım kendimi amına koyim. görmeyen gözleri, gören bir varoluşa itti onu. o söylemiş; 

varlığım yokluğum bir veysel adım,

gök kubbede kalacaktır ses kadim

elli üç yıl kendi kendim aradım

hiçbir türlü bulamadım ben beni

anadolu çok garip bi yer. mesela mahzuni baba da " hak bana bir ömür vermiş.boşu boşuna." demiş. bugüne kadar hiçbir felsefe okuması yapmasaydım. sadece türkü dinleseydim de aynı birikime varırdım diye düşünüyorum bazen. ve ben ne adam akıllı türkü dinlemeyi becerebildim, ne adam akıllı felsefe okumayı. ben her şeyden biraz birazım. her şeyden hiç'im!

siz hiç düşünürken kustunuz mu?



O KADAR DARALMIŞIZ Kİ BURDA ŞİDDET SİHİRLİ

 bütün gece sabahlayıp, sabah 10da uykuya dalıyorum. ruhum kararmış gibi. döngü yapması gerekeni yapıyor. beynimin içindeki o orospu siyam kedisi varoluşu gereği beynimi bulamaca çevirmeye devam ediyor. ben sandım ki o siyam kedisiyle iyi anlaşırsam bana yardımcı olur. fakat ne hikmetse yaşadıklarımın üstüne bir tuğla koyarak tekrarlıyor kendisini. müthiş bir karmaşa, olmayan şeyleri varmış gibi hissedip komplo teorileri üretme, kendiliğinden olan bir karanlık. anlamlandıramıyorum beynimin bana oynadığı illüzyonları. beynim darmadağın halde, bütün hatıralar kopuk kopuk, kronolojik bir sıralama gözetmeyen yaşanmışlık silsilesi.

bilmiyorum. gerçekten bilmiyorum suçum neydi.

modern tıptan hiçbir fayda görmüyorum. ya da bu da bir sanrı. bilmiyorum. sivilcelerim, fazla kilolarım, ansızın gelen ruhum vücudumu terk ediyor gibi cereyan eden titremeler. binlerce delüzyon, çıldırtacak raddedeki halüsinasyonlar. bir de vizyonsuz bir orospu çocuğu olduğum için kendimi görüyorum halüsinasyonlarımda. bilinç altım yok amına koyim. karı kız görsek amenna, ben kendimi görüyorum.

zihnimdeki onlarca karmaşa ile temaşa halinde iken bir an duraksayıp kendimi izliyorum dışardan. bu bazen bir dolmuşta ankara havası dinlerken oluyor bazen yatakta uykuya debelenirken. sürekli şu resmin yarattığı imgeleri görüyorum kendimde. diz çökmüş kişi benmişim de,  beynimdeki o orospu siyam kedisi gel sana daha işkence edeceğim tavrıyla arkamda duruyormuş gibi. resim: christian morgenstern-helgoland im mondlich

 

bundan 10 gün önce sorsaydınız bambaşka cevaplar vereceğim sorular soruyorum kendime. bunu bir doğum günümde kafam matiz sorduğum sorulara benzetiyorum. kendimi 5 yıl sonra nerde görüyorumun cevabını verememiştim o zaman. ben çoğu zaman cevap veremiyorum kendime, çok zor sorular sorabilen cevaplarla ilgilenmeyen terse evrilmiş bir yaratık olarak. fakat bu soruya şu an böyle cevap verebilirim; kesinlikle şu an olduğum yerde olacağımı biliyordum. dengede tutmaya çalıştığım bu varoluşuma bir noktada hükmedemeyeceğimi, yavaştan çıldıracağımı biliyordum. zira pamuk ipliğini görmemiş olanlarınız için söylüyorum, çok incedir kendisi.

neler anlatmak istiyordum ne anlattım yine. zaten öncesi fluydu hatıralarım. şimdi topyekün karıştı. demiştim bu siyam kedisi böyle şeyler yapıyor. hatırlamıyorum. dün ne yaptığımı da hatırlamıyorum. geçen gün atölyedeyim, sigara yaktım bi masanın kenarına külü dışarı gelecek şekilde koydum. sonra bir şeylere dalmışım. çırağın teki elinde yakılmış 2 fırt çekilmiş 3 sigara getirdi bana. abi bunları içmeden elindekini niye yaktın diye. hatırlamıyorum. geçen senle sözleştik mi ortak? vallahi hatırlamıyorum. bazen oturuyorum evde, ben bugün yalnız kalmamalıydım diye huysuzlanıyorum. birilerini arıyorum sonra, olm biz zaten 1 saat sonra çıkmayacak mıydık beraber diye cevap alıyorum. inanılmaz komik amına koyim. alzheimer bir orospu çocuğu oldum.

ne demiştik; yalnızlık. bu bayram tatilinde kendimi yalnızlaştırma politikası güttüm. çok fazla insanla muhatap oluyorum iş dolayısıyla bu yüzden deşarj olmak amacıyla yalnızlaştım. yalnızlığı ikiye böler çoğu insan. yalnız kalmak ve yalnız olmak olarak. yalnız kalmak tercihtir. kendin seçersin. hayat heyulasını kaçırmayı göze alırsın fakat yalnız olmak acziyet belirtir. ben ikisini de yaşadım. size söyleyeyim ikisi de bok gibi. hele hasarlı bir beyne sahipseniz. bundan tek kurtuluşunuz içebildiğiniz kadar yatıştırıcı ve alkolü karıştırıp duş alırken aniden elektriklerin kesilmesi ve bayılmanızdır. ama tercih işte ne yaparsın.

burası kendini aştı. kapatacağım burayı. ben kendini yazan bi adam değildim. gördüklerini hikayeleştiren bir adamdım. blog'un trafiği de metin başına 200 kişiyi geçti. gereğinden fazla insanı mahremime alıyormuş hissi yaşıyorum. zaten bi planım var, komple internetten, insanlıktan uzaklaşabileceğim bir latin amerika kasabasında yaşamak gibi. uydurabilirsem kaçıcam. yani burası amacını aştı sayın okuyan. bu gördüğün son yazım olabilir. hoş son kez girebiliyor da olabilirsin.


ne yazdım ben amk? he. gülen insan görünce saldırmak istiyorsan dert etme. ben de aynı dertten müzdaribim.

14 Haziran 2021 Pazartesi

SEN BENİ ÖMRÜNCE UNUTAMAZSIN

 Bu şehre seher vakti vardım. Beni buraya getiren otobüsün muavini kördü. Otogarda gördüğüm dilencilerin tenleri mosmordu. Öleli günler olmuştu birkaçının hatta. Daha önce beklemiş ölü bedeni görmüştüm. Oradan biliyorum. Gitmek istediğim yere varmak için gözüm bir otobüs durağı aradı, uzaktan seçebildiğim kadarıyla durakta bekleyen insanlar sırtlarında tahta bir şeyler taşıyorlardı. Yakınlaşınca anladım ki sırtlarında bir kambur gibi taşıdıkları şeyler üzerinde kendi isimlerini kazıdıkları tabutlarmış.

Bu şehre seher vakti vardım. Dilenciler henüz çıkıyorlardı evlerinden. Dilencilere eşlik  eden köpekler saldırgandı, havlıyorlardı sürekli fakat dişleri yerlerinden sökülmüşlerdi. Şaşkınlıkla yürüye yürüye her şehirde bulunan bir çingene mahallesine varmış olduğumu fark ettim. Çingenelerin at arabalarında vurdukları atların bacaklarının aksak olduğunu gördüm. Kırılmışlardı ayakları. Bir at koşamıyorsa at mıdır? Diye sordum kendime. Cevabımı beklemeden yürümeye devam ettim.

Bu şehre seher vakti vardım. Onu görebilmek için. Ömrümün büyük kısmını onu görebilmek uğruna çabalayarak geçirdim. Yıllardır yollardayım. İzindeyim. Onunla hep buluştuğumuz mekana geçtim çolak garson hala oradaydı. Çolak olmasına çolaktı fakat sağlam kolunda da parmaklar yoktu. Böyle bir şehirdi burası. Kim nesi ile var oluyorsa orası eksikti. Bazıları bunu garipserdi. Bazıları yadırgar. Bazıları da öylece bakardı.

Bense zihnimi kaybedeli belki bin yıl olmuştur. O öleli ise belki bin yıldan fazla. Onun hayaletinin geçtiği şehirlerde dönüp dolaşır bedenim. Ruhum ise onla beraber öldü.

10 Mart 2021 Çarşamba

TERK-İ DİYAR

 aylardır tek bi sebepten yazmıyorum. sebebin ne olduğuna dair edebilecek kelamım yok. zihin bir harddisk gibidir, hasarlı bölgeleri var ve ben o kısımları sildim. bad sector gibi. bundan önceki birkaç ayı ölü gibi geçirdim. sürekli uyuduğum, hareket dahi edemediğim bir zaman dilimiydi ve geçti. önceki yazdıklarıma baktım, derin bir aşka düşmüşüm, varoluş kaygıları yaşamışım, yaşadığım bir psikozu anlatmışım ve bir şeyler daha. Velhasıl, neyse...


benim beynim acıyla, sıkıntıyla yaşar ve gelişir. doğduğum toprakların bir armağanı mıdır bu bilinmez. varacağım şey şudur, acı çekmeden yazamıyorum. bir süredir müthiş düzenli, sistematik ve dakik bir hayat yaşıyorum. acıdan kaçıyorum, allah seni inandırsın sayın okuyan arabesk bile dinlemiyorum. salak saçma şarkılar dinleyip neşeleniyorum. sıra gecesi playlisti dinleyerek mesaimi geçiriyorum. süper yani her şey. üstümdeki ölü toprağı attım ve kendimden verim almaya başladım. fakat tüm yaratıcılığım ölmüş durumda. bilmediğiniz öyküler yazardım, yazamıyorum. bir şiir yazmıştım yayınlamadığım, bir tane daha yazamıyorum. bu bir yerde koyuyor bana. ben okumayı yazmayı öğrendiğimden beri yazarım. farklı mahlaslarla sağda solda yazdığım birçok şeyi görebilirsiniz. fakat artık yazamıyorum. yazamayacak hale gelmek mutluluk verici. bu kısaca hayatımı yoluna sokmuşum demek. paçamdan kaldırımın tozunu silkmişim demek. ama şu an burda anlatmak istediğim bu değil. 


benim beynim sürekli dert yaratmaya programlı bir bilgisayar gibi. donanımını siktiğim bu beyinden bir türlü atamadığım bu mekanizma şöyle işliyor. ben bir rahata ulaşıyorum, comfort zone'da hayatımı idame ettirirken beynim kaşınıyor. damağınızın kaşınması gibi, parmağımı burnumdan sokup beynimin kıvrımlarını kaşımak istiyorum. öyle bi kaşınma. bu kaşınma geldiğinden itibaren beynim kendine yeni bir dert yaratıyor ve onu çözmemi istiyor benden. sürekli bir rahatsızlık içerisindeyim. tamam anlıyorum insan rahatsızlıkla gelişir ama ben bunu istemiyorum ki. ileri gitme gibi bir amacım yok, ataletimi korumak derdindeyim ben. birkaç aydır hatta pandemiyle birlikte dışarı çıkmaktan imtina ediyorum. bir çeşit agorafobi eşlik ediyor canıma. bu korkuyla dışarı çıkmamaya çalışıyorum. otobüse biniyorum canım çıkıyor, bayılacak gibi oluyorum. şu sıralar bunu dert etmiş durumdayım. sürekli dışarı çıkıp, kalabalığa karışıp bu sorunu yenme dürtüsüyle doluyum. halbuki çıkmasam da bir şey değişmeyecek, işim yok nihayetinde. çalıştığım iş kapalı bir mekanda tanıdık yüzler ve makinelerle çalışmak üzerine kurulu. olmaz! amına kodumun beyni bu durumu sorun edip sonra o sorunu çözecek. ben o beynimdeki kıvrımları sikeyim.


ahvalimi anlattıysam bugünlerde kafama en çok takılan konuyu dökme vaktim geldi sanırım. aklımın ermeye başladığı ilk anlardan ibaret bu dünyadan göç etmeyi düşündüm. gerek olağan sebeplerle, gerekse intihar şeklinde. sonraları ergenliğimden itibaren domuz gibi sağlıklı bir adam olduğumu anlayınca (bazı mide problemleri hariç) ve dünyaya tiksintim arttıkça intihar fikriyle daha çok haşır neşir olmaya başladım. genelde güleryüzlü neşeli adamımdır. en azından çevremi neşeli ve güler yüzlü olabileceğim insanlarla doldurmuşumdur. bu güleryüzlü ve neşeli kişiliğimin altımda müthiş bohem bir adam taşıdım hep. bilinir de bu aslında. ama intihar isteğimi dahi başkalarının gülebileceği şekilde ifade ederim. çünkü insanların ruh hallerini etkileyebilen bir yapım var. mutsuzsam, çevremdeki herkesin mutsuz olduğunu fark ettim. buna hakkım olmadığı için gülüyorum uzun süredir. nerdeydik? hah intihar. geçenlerde binanın çatısını aktarmak için ustalar geldi. benim bombok bir depresyonun içinde nefes alamadığım bir zaman dilimiydi. o ustalar beni çatıya çıkarmak istediler, bir şey göstermek için. çıktım ve çatıdan aşağı baktım. 5. kattan aşağı... ben yüksekten korkmazdım sayın okuyan, it gibi titredim çatıdan inince. günlerce kabuslar gördüm kendimi o çatıdan aşağı attığım. fark ettim ki ben korkuyorum intihardan. yaşamım boyunca bunu düşlememin sebebi bu kavramı kendimce normalleştirmekmiş. korktuğum fikriyle yeni tanıştım. benim intihar fikriyle hemhal olmamın sebebi yaşamı çok sevmek. evet, hayatı çok sevdiğim için ölmek istiyorum. insanların, düzenin ve binlerce etkenin yaşama ettiği ihanet yüzünden buradan gitmek istiyorum. fakat artık istemiyorum. çünkü korkuyorum. yıllardır hayatıma giren her arkadaşımın, her kadının beni alıkoymak istediği bu fikri kendi kendime kafamdan attım. beni bir çatı ustası yaşamı çok sevdiğimi ve intihardan it gibi korktuğuma ikna etti. teşekkür ederim digorlu tahsin usta. ben her pencereye baktığımda intihar etmeyi değil, intihar etmekten korktuğumu düşünüyormuşum. kendimi atmayı değil kendimi atmaktan korkuyormuşum. şunla bitireyim;


Aziz bey anlatmıştı. Hani bir idam mahkumu ölümünden biraz evvel şöyle düşünmüş: Yüksek ve sarp bir kayalıkta, yalnızca iki ayağımın sığabileceği dar bir basamakta, dört bir tarafım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtına ile sarılmış durumda olsam ve benim ömrümce hatta bin yıl boyunca ve hatta sonsuza kadar bu bir karış toprakta yaşamam gerekse... 


İşte bu durumum, biraz sonra yarım saat içinde ölecek olmamdan daha iyidir. 


Yaşamayı çok mu seviyorsun birader? Öyleyse bunun cezasına hazır olmalısın. Çünkü yaşamayı çok sevmek suçtur. 


Peki, suç dediğin ne? Birinin gerçekten suçlu olduğunu nasıl anlıyorsun? Suçu gördüğünde suçluya ceza kesme kudretini nereden buluyorsun? O cezayı keserken suçlu olmayı nasıl göze alıyorsun? Vicdanından dolayı mı? Peki, senin vicdanın var mı? 


Benim vardı. Çünkü doğru nedir, yanlış nedir karar vermeye çalışıyordum. Vicdanımı dinliyordum. Ama sonra kafam karıştı. Çünkü yaşadığım doğru hayatı korumak için o yanlışın doğru olduğuna kendini bir kere inandırdın mı artık vicdanın ile ilgili bir sorunun kalmaz. Çünkü dersin ki yaşıyorum işte; bundan iyi ne var. 


Bazen yaşamı başkalarının hayatına kast edecek kadar çok sevdiğini fark edersin. sana hiç oldu mu? Bana oldu. İşte o an, yani bir başkasının atan kalbine gözünü diktiğin an, aslında senin son nefesini verdiğin andır. Sen yaşadığın sürece bunu bilirsin. Yaşadığın her saniye o anı düşünmen, pişman olman, vicdan azabı çekmen gerekir...


Fakat çekemezsin çünkü artık bir vicdanın yoktur.