10 Mart 2021 Çarşamba

TERK-İ DİYAR

 aylardır tek bi sebepten yazmıyorum. sebebin ne olduğuna dair edebilecek kelamım yok. zihin bir harddisk gibidir, hasarlı bölgeleri var ve ben o kısımları sildim. bad sector gibi. bundan önceki birkaç ayı ölü gibi geçirdim. sürekli uyuduğum, hareket dahi edemediğim bir zaman dilimiydi ve geçti. önceki yazdıklarıma baktım, derin bir aşka düşmüşüm, varoluş kaygıları yaşamışım, yaşadığım bir psikozu anlatmışım ve bir şeyler daha. Velhasıl, neyse...


benim beynim acıyla, sıkıntıyla yaşar ve gelişir. doğduğum toprakların bir armağanı mıdır bu bilinmez. varacağım şey şudur, acı çekmeden yazamıyorum. bir süredir müthiş düzenli, sistematik ve dakik bir hayat yaşıyorum. acıdan kaçıyorum, allah seni inandırsın sayın okuyan arabesk bile dinlemiyorum. salak saçma şarkılar dinleyip neşeleniyorum. sıra gecesi playlisti dinleyerek mesaimi geçiriyorum. süper yani her şey. üstümdeki ölü toprağı attım ve kendimden verim almaya başladım. fakat tüm yaratıcılığım ölmüş durumda. bilmediğiniz öyküler yazardım, yazamıyorum. bir şiir yazmıştım yayınlamadığım, bir tane daha yazamıyorum. bu bir yerde koyuyor bana. ben okumayı yazmayı öğrendiğimden beri yazarım. farklı mahlaslarla sağda solda yazdığım birçok şeyi görebilirsiniz. fakat artık yazamıyorum. yazamayacak hale gelmek mutluluk verici. bu kısaca hayatımı yoluna sokmuşum demek. paçamdan kaldırımın tozunu silkmişim demek. ama şu an burda anlatmak istediğim bu değil. 


benim beynim sürekli dert yaratmaya programlı bir bilgisayar gibi. donanımını siktiğim bu beyinden bir türlü atamadığım bu mekanizma şöyle işliyor. ben bir rahata ulaşıyorum, comfort zone'da hayatımı idame ettirirken beynim kaşınıyor. damağınızın kaşınması gibi, parmağımı burnumdan sokup beynimin kıvrımlarını kaşımak istiyorum. öyle bi kaşınma. bu kaşınma geldiğinden itibaren beynim kendine yeni bir dert yaratıyor ve onu çözmemi istiyor benden. sürekli bir rahatsızlık içerisindeyim. tamam anlıyorum insan rahatsızlıkla gelişir ama ben bunu istemiyorum ki. ileri gitme gibi bir amacım yok, ataletimi korumak derdindeyim ben. birkaç aydır hatta pandemiyle birlikte dışarı çıkmaktan imtina ediyorum. bir çeşit agorafobi eşlik ediyor canıma. bu korkuyla dışarı çıkmamaya çalışıyorum. otobüse biniyorum canım çıkıyor, bayılacak gibi oluyorum. şu sıralar bunu dert etmiş durumdayım. sürekli dışarı çıkıp, kalabalığa karışıp bu sorunu yenme dürtüsüyle doluyum. halbuki çıkmasam da bir şey değişmeyecek, işim yok nihayetinde. çalıştığım iş kapalı bir mekanda tanıdık yüzler ve makinelerle çalışmak üzerine kurulu. olmaz! amına kodumun beyni bu durumu sorun edip sonra o sorunu çözecek. ben o beynimdeki kıvrımları sikeyim.


ahvalimi anlattıysam bugünlerde kafama en çok takılan konuyu dökme vaktim geldi sanırım. aklımın ermeye başladığı ilk anlardan ibaret bu dünyadan göç etmeyi düşündüm. gerek olağan sebeplerle, gerekse intihar şeklinde. sonraları ergenliğimden itibaren domuz gibi sağlıklı bir adam olduğumu anlayınca (bazı mide problemleri hariç) ve dünyaya tiksintim arttıkça intihar fikriyle daha çok haşır neşir olmaya başladım. genelde güleryüzlü neşeli adamımdır. en azından çevremi neşeli ve güler yüzlü olabileceğim insanlarla doldurmuşumdur. bu güleryüzlü ve neşeli kişiliğimin altımda müthiş bohem bir adam taşıdım hep. bilinir de bu aslında. ama intihar isteğimi dahi başkalarının gülebileceği şekilde ifade ederim. çünkü insanların ruh hallerini etkileyebilen bir yapım var. mutsuzsam, çevremdeki herkesin mutsuz olduğunu fark ettim. buna hakkım olmadığı için gülüyorum uzun süredir. nerdeydik? hah intihar. geçenlerde binanın çatısını aktarmak için ustalar geldi. benim bombok bir depresyonun içinde nefes alamadığım bir zaman dilimiydi. o ustalar beni çatıya çıkarmak istediler, bir şey göstermek için. çıktım ve çatıdan aşağı baktım. 5. kattan aşağı... ben yüksekten korkmazdım sayın okuyan, it gibi titredim çatıdan inince. günlerce kabuslar gördüm kendimi o çatıdan aşağı attığım. fark ettim ki ben korkuyorum intihardan. yaşamım boyunca bunu düşlememin sebebi bu kavramı kendimce normalleştirmekmiş. korktuğum fikriyle yeni tanıştım. benim intihar fikriyle hemhal olmamın sebebi yaşamı çok sevmek. evet, hayatı çok sevdiğim için ölmek istiyorum. insanların, düzenin ve binlerce etkenin yaşama ettiği ihanet yüzünden buradan gitmek istiyorum. fakat artık istemiyorum. çünkü korkuyorum. yıllardır hayatıma giren her arkadaşımın, her kadının beni alıkoymak istediği bu fikri kendi kendime kafamdan attım. beni bir çatı ustası yaşamı çok sevdiğimi ve intihardan it gibi korktuğuma ikna etti. teşekkür ederim digorlu tahsin usta. ben her pencereye baktığımda intihar etmeyi değil, intihar etmekten korktuğumu düşünüyormuşum. kendimi atmayı değil kendimi atmaktan korkuyormuşum. şunla bitireyim;


Aziz bey anlatmıştı. Hani bir idam mahkumu ölümünden biraz evvel şöyle düşünmüş: Yüksek ve sarp bir kayalıkta, yalnızca iki ayağımın sığabileceği dar bir basamakta, dört bir tarafım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtına ile sarılmış durumda olsam ve benim ömrümce hatta bin yıl boyunca ve hatta sonsuza kadar bu bir karış toprakta yaşamam gerekse... 


İşte bu durumum, biraz sonra yarım saat içinde ölecek olmamdan daha iyidir. 


Yaşamayı çok mu seviyorsun birader? Öyleyse bunun cezasına hazır olmalısın. Çünkü yaşamayı çok sevmek suçtur. 


Peki, suç dediğin ne? Birinin gerçekten suçlu olduğunu nasıl anlıyorsun? Suçu gördüğünde suçluya ceza kesme kudretini nereden buluyorsun? O cezayı keserken suçlu olmayı nasıl göze alıyorsun? Vicdanından dolayı mı? Peki, senin vicdanın var mı? 


Benim vardı. Çünkü doğru nedir, yanlış nedir karar vermeye çalışıyordum. Vicdanımı dinliyordum. Ama sonra kafam karıştı. Çünkü yaşadığım doğru hayatı korumak için o yanlışın doğru olduğuna kendini bir kere inandırdın mı artık vicdanın ile ilgili bir sorunun kalmaz. Çünkü dersin ki yaşıyorum işte; bundan iyi ne var. 


Bazen yaşamı başkalarının hayatına kast edecek kadar çok sevdiğini fark edersin. sana hiç oldu mu? Bana oldu. İşte o an, yani bir başkasının atan kalbine gözünü diktiğin an, aslında senin son nefesini verdiğin andır. Sen yaşadığın sürece bunu bilirsin. Yaşadığın her saniye o anı düşünmen, pişman olman, vicdan azabı çekmen gerekir...


Fakat çekemezsin çünkü artık bir vicdanın yoktur.