-Bilinç Akışı-
6. Sigarayı yakmışım üstüste, güvenlik görevlisi uyardı. Dur kardeş dedi ciğerin parçalanacak. Cebimde bir parça ciğer vardı. Bak dedim, çoktan parçalandı, bu sende kalsın. Anımsayamadığım kadar çok konuştuk onla. Sürmenaj olmuş gibi beynim. Ne kadar ileri gittim onu tahayyül bile edemiyorum mesela. Daha önce burada bahsettiğim karnıma saplı paslı bıçak nerde onu da bilmiyorum.
Kalbimin içi orta yaşlı bir subayın yıllık mermi istihkakını taşıyor mesela. Kime ne yaptıysam o subay bana yüzyıllar öncesinden 200 kurşun bağışlamış. Torununa da sadece tetiğe dokunmak kalmış. Çavuşesku gibi hissediyorum kendimi amına koyim.
Bilinç akışı dediğim için buna sığınıp size karmakarışık mülahazalar zerk edeceğim. Bir süredir her gece aynı saatte aynı boş sokaklarda kendimle konuşa konuşa geziyorum. Kuduz köpekler dahi diş göstermekten korkuyor bana. Ellerim kendi kanıma bulanmış, beynimdeki siyam kedisi orospuluğuna devam ediyor çünkü. Benim kanım yerde kaldı ona yanarım.
Biçimsiz bir boşluk var içimde 2 haftadır zaten bu yazıya başlama sebebim de bu konuyu anlatmaktı. Zekiyim ben, beyinlerinizi allak bullak edip asıl konuyu metne gizlerim. Alın size zaman aşımına uğramış sırrımı da açıkladım.
Boşluk demiştik, öyle bi boşluk ki neyle dolduracağımı bilmiyorum. Doldurmak istiyor muyum onu da bilmiyorum ama canımı çok sıkıyor bu durum. Çamurla demişti bir dostum bu boşluk için. “Biçimsiz bir boşluk, ancak çamurla dolar Hulusi!”. Heyhat! Ne kadar ciddiye aldım bilmiyorum.
Bir kumrunun dişisini vurursanız eğer, erkeği uçmayı bırakır. Kapatır kanatlarını gagasının üstüne çakılır toprağın üstüne. Ben uzun süredir kanatlarım kapalı süzülüyorum yer yüzüne doğru. Bana kızmayın, düşmekte uçmanın bir formudur.
Yazacak çok şeyim var, burayı da her dokunduğum yer gibi kana bulamaktan korkuyorum. Şiirle kapatacağım bu nüshayı. Malum, herkesin bir kahve molası kadar vakti olduğu çağdaş zamanlardayız. Vakit varken tomurcukları topla.
Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez karşılamaya.
İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.
Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.