9 Nisan 2020 Perşembe

ATEŞ EDİYORUM, KAFANI EĞ


Baştan uyarı: Aşağıda okuyacağınız yazı fazlasıyla küfürle bezenmiştir. Bir anlık hisle sövmeye başlamıştım, niye havaya karışsın yazayım dedim, yazdım. Hiçbir edebi kaygı gütmedim. Hatalarla da dolu olabilir. Tekrar okumak zul geldi. Burası benim değil mi zaten? İstediğimi yazarım amına koyim. Zaten okuyan yok. Bol şans.

“Sürekli olarak bir şeyleri sikmekten bahsetmemin asıl nedeni sanırım sizin sikmeye kıyamayacağım her şeyi tüketmiş olmanız. Sahte kimlikleriniz, maskeleriniz, soytarılıklarınız ve akıl almaz iştah kapatıcı yalanlarınız. Siz bırakın aç kalmanın ne demek olduğunu, sıçmanın değerini bilemeyecek kadar beyni uyuşmuş, terse evrilen yaratıklarsınız. Tanrı'nın bile bağrına basmayacağı o deforme çocuklarsınız. Neslimize ihanet eden, bu da yetmezmiş gibi kendi kişisel küçük travmalarınızdan felaket empatisi devşirecek kadar da aşağılıksınız. Daha söz mü istiyorsunuz? Bana bir iyilik yapın ve aynanın karşısına geçip 'seni seviyorum' deyin, inanın sizin için daha büyük bir küfür üretemiyorum.”

Bir arkadaşım bir yazısını küfür ile bileylemişti. Onu masat eyleyip kalemimi bileyliyorum şimdi;
Gereksiz birkaç kaşıntımla kanattığım yerlerden topladığım irine dayanarak söylüyorum en başta, vay ben senin insaniyetini sikeyim.

Hayatın bir kullanma kılavuzu yok. Keşke olsa. Yaşamın kılavuzu öğütlerdir derler. Ben bana doğru yolu gösterdiğini iddia eden herhangi birini ciddiye alamıyorum. Doğru yolun tam tersini yürüyerek hayatta kalmak daha ilgi çekici. Neymiş, ben giderken o dönüyormuş. Senin yürüdüğün yolu sikeyim, ben burdan gidiyorum. Çok mu Stirner’cı buldun bu bahsettiğimi? Senin ben pilot kalemle çizilmiş silüetini de sikeyim o zaman.

İntihar geride kalana suçlamadır der İsmet Özel. Aynı şeyi ayrılık için de söyleyebiliriz. Bir bireyin diğer bireyde bıraktığı izlere aldırmadan gitmesi de aslında kalana yöneltilmiş suçlamalardır. Ben o bana yönelttiğin ama benim okuyamadığım iddianameyi de, Hammurabiyi de, anlama kabiliyetimi de sikeyim.

Tanrının insana bahşettiği bir hikmet olarak biricikliği irdelemek istiyorum şu an burada. Burası benim değil mi! İrdelerim amına koyim. Max Stirner okumadım mı ben? Okudum! İstediğimi yazarım burada. Biricik ‘’ben’’imdir ve ‘ben’ düşüncesiz bir kelimeden ibarettir. Değil midir? Değilse de amına koyim o zaman. Ne demişti Stirner abi?
“Sen dünyaya nasıl bakıyorsan, dünya da sana öyle bakar.” Ben o beni görmeyen dünyanın da izzet-i ikramını sikeyim.

Panik atağım çoğu zaman mide bulantısı olarak tezahür ediyor bedenimde. Çoğunlukla baş dönmesine eşlik ediyor bu bulantı. Çok mistik şeyler yaşıyorum o anlarda, sanki tüm dünyada yalnız kalmışım gibi. Çoğu hissimin derinliğini oradan kavrıyorum. O amına koyduğumunun şaşısına söyleyin gelsin de görsün Bulantı neymiş.  Bu arada ben o Fransızların aksanını sikeyim. Tükürmeyin orospu çocukları.

İyi kavramının içinde kaybolmuştum bir zamanlar. İnsanın içindeki şeytani varlığı görmemle son buldu bu karmaşam. Aynısını Kader kavramında da yaşamıştım. Basitçe çözümlemelerle çıktım aslında işin içinden. Kader duran insanı sevmez, şans; o şansı hakkedeni ve o şans kapısına geldiğinde hazır durumda olanı seçer. E Kant? Yaşamı boyunca durdu yerinde. Vay ben o Königsberg’in kulelerini sikeyim.

Bir şeyin sebepsiz olması onun gizemini arttırır. Bir cinayetin çözülemezliği sebepsizliği ile doğru orantılıdır. Rastgele bir eve girip, rastgele birini öldüren sıradan bir insanı çok zor yakalayabilirsiniz. Çünkü sebepsizdir. Sebepsizin anlamı yoktur. Anlaşılabilir değildir o. Aynı şeyleri yaşıyorum şimdi. Sanki Baker Street 22b’de yaşıyorum da, bu cinayeti çözmeye çalışıyorum. Bu arada ben o Scotland Yard’ın ceset torbalarını sikeyim.

Zeka dediğimiz şey yeterince beslenmediği durumlarda kendine sarar, paranoya yaratır. Ki zekadan müferreh olan bir varlığın üzerimde kurduğu hakimiyetin de kaynağı budur zannımca. Tekstilde kullandığımız bazı makineler böyledir, boş çalıştığı zaman kendine zarar verir. Zekayı da buna benzetiyorum. Vay ben böyle makinanın enginarını sikeyim!

Deus Ex Machina kavramını öğrendiğim andan beri hayatımda böyle bir gücün eksikliğini yaşıyorum. Öyle akıl almaz paradokslara sokuyorum ki bazen kendimi, yukardan bi el bi şey yapsa da işler rayına girse diye çok sızlanıyorum. Dua dediğimiz şey de bundan ibarettir aslında, çoğu zaman işleri bombok ettiğinizde ihtiyaç duyarsınız. Bu da utanç yaratır bende çoğu zaman. “Ya ben her şeyi berbat ettim ama Allahım, bi yardım etsen.” Dermiş gibi hissediyorum. Dua etmememin sebebi de budur, vay ben semaya kalkmayan ellerimin ayasını sikeyim.

Bukalemunlara ithafen; kişi varlığıyla var olur bu hayatta. Herkesin bir rengi vardır var olabilmek için. Gözlerini kapat bi düşünsene? Herkesin bir rengi yok mu? Ama bu bukalemun denen yaratığın rengi yoktur, benzetsem benzetsem griye benzetirim.  Başkaldırana kızıl demişiz, huzurluya turkuaz, bunalımda debelenene siyah. Ama gri hep haysiyetsizdir, kafa karıştırır o. Temiz midir kirli mi anlamazsın. Hayatımda da var onlardan, sadece kafa karıştırırlar. Sanki beynimin içindeki kıvrımlar çok aktifmiş gibi, olmayan aklımın içinde oyun oynarlar. Hani Moriarty muhteşem gay taklidi yapıyordu ya, işte öyle. Bu arada ben transeksüellere laf atanların da, kadın ve çocukların önünde tükürenlerin de, karısını döven balıkların da renk paletlerini sikeyim!

İbrahim Tatlıses’in doğduğu mağara ile, Alegorisi olan mağara aynı değildir umarım. Bu mağara alegorisi dediğimiz şeye çok fazla takıldığımızı düşünüyorum. Yaptığımız hiçbir şeyde irade sahibi olmadığımızı anladığım an çok üzülmüştüm, çişim gelmişti. Sonra Matrix izledim, daha çok çişim geldi. Bir simülasyon içinde olduğumuzu sanmıyorum, benim kollarımdaki ipler çok kısa zira. 
Fazlaca kukla olarak kullanılıyorum o üst güç tarafından. Ayrıca beyhude buluyorum bu uğraşları, istediği şeye istediği anlamı verebilen yaratıklar olarak neden zoru seçiyoruz ki? Adam çiğ köfte yapıyor amına koyim mağarada, sen siktir etsene alegoriyi. Ayrıca ben Yarımburgaz Mağaralarına isimlerini sprey boyayla yazanların ta amına koyayım. Yapmayın lan!

Ateş ediyorum dedim, kafanı eğmişsindir umarım. Sıradaki sövgüm sana geliyor çünkü. Gereksiz samimiyet ve sorulardan nefret ediyorum. Semtimde bir börekçi var, uzun aralıklarla uğrayabiliyorum farklı şehirlerde yaşadığım için. Yaklaşık 10 senedir belli aralıklarla börek alıyorum buradan.  Sıradan bir tekstilci olarak böreğimi yarım kilo kıymalı, peynirli karışık yerim. Raconu budur bu işin. Kıymalı, peynirli böreği 2 bardak çayla gömer, tüm gün mide ağrısı çekersin. Ama ben bu börekçi abiden bi türlü alamıyorum istediğim böreği. Lafa tutup sürekli ya sadece kıymalı, ya sadece patatesli börekle uğurluyor beni. Eve dönünce fark ediyorum yanlış verdiğini. Ulan pezevenk, börekçi değil misin sen! İşin ne lan senin! Ver böreğimi al 20 liranı siktir git, doğru dürüst bir börek veremedin lan yıllardır. Patatesli veriyor bir de, peynirli börek görmüşlüğüm yok adamın elinden. İnadına yapıyor, inanıyorum. Yarın sabah kapısına dayanmayan Hulusiyi de siksinler!

Yazının sonlarına geliyorum, tutamıyorum çünkü kendimi sayın okuyan. Fazlasıyla dolmuş durumdayım. Kimseye iletemiyorum nefretimi. Bu yazıyı ona sövgüler olarak yazma niyetindeydim fakat insan acısını kusamıyor öyle rahatça. Ben nefretimi ise hiç kusamıyorum. Babam öğretmişti; “Ağzın kan dolu olsa bile başkasının yanında tükürme.” Diye. Alışkanlık işte, yaraysa yaradır. Bak yine kabuk bağlayamadı. Olsun. Bunlar da sıkıyor canımı. Ama dur son bir diyeceğim var!

Fazlasıyla değişik sosyal gruplar içerisinde bulunmamdan dolayı üslubum yersiz olabiliyor bazen. Bunlardan en sık karşılaştığım ise  küfüre müsait olmayan ortamlarda çok küfür ettiğim haller. Buna diyecek bir şeyim yok, insanların müstehcen kavramları değişebilir elbet. Ama inanın ben o küfürü bilerek ve isteyerek ediyorum çoğu zaman, yersizlikten değil. Çünkü bazen sadece küfür ederek anlatabiliyorum derdimi. Bu benim Türkçede yetkin olamayaşımdan süregelmiyor. Beyin dediğimiz şey aynı ritimle devam eden şeylere odaklanmışken bazen dalıveriyor. Bu odağı toparlayabilmek içinse aykırı bir şey yapmanız gerekli. Bunun da en kolay yolu küfür. Ayrıca önyargıyı da alaşağı ediyor. Biçime değil de öze değer veren mesajını alıyor. Diğerleri siktir olup gidiyor zaten.  Yoksa ben de biliyorum küfür etmeden derdimi anlatmayı. Valla bak. İnanmıyosan aha dayıya sor! Ama olsun, ben yine de yerli yersiz her yerde küfür eden çenemin yayını da sikeyim!


Bu yazı zamanla kendini yaratacaktır. İnsanlık buna değer.

2 Nisan 2020 Perşembe

BURADA HERKES AKRABADIR, KİMSE KİMSEYİ TANIMAZ



İşbu paramparça yazılar fi tarihinde bir platformda sevdiğim birkaç arkadaşımla paslaşmalar sonucu ortaya çıkmış. Bazı kısımlar bana, bazı kısımlar onlara ait. Karmakarışık. Ama hepsi aynı elden çıkmış gibi. Bu yüzden "biz" kavramı çok önemli. İnsan acısını da kolektif yaşıyormuş. Fazlasıyla depresif şeyler, okumanın kimseye bir fayda getireceğini sanmıyorum. Fakat bunları yok saymanın da zamana hakaret olduğunu düşünüyorum, kalsın burda.
"dostumuzla beraber yaralanır kanarız
her nefeste aşk ile yaradanı anarız
erenler meydanına vahdet ile gir de gör

kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız."




SARHOŞLUĞA DAİR
-Stratosferde oturmuş dünyayı izliyor gibiyim, sanki zaman benim için durmuş, insanlık için akıyor. İlginç. Yıllardır kimsenin geçmediği bir caddede kaldırıma oturmuş ve ne yapacağımı şaşırmış gibiyim. Adım atacak mecalim yok. 
(Bu noktada Dert Yüceltme devreye girer.)
-Bir dilek şansım olsa yürüyerek gitmesini dilerdim. Yürüsün, benden, bizden ve onlardan öyle bir yürüsün ki, gitmenin ne kadar acı ve cevr verdiğini iliklerine kadar hissetsin. Size gitmenin ne olduğunu elbet bir gün anlatacağım.
-Gittim, dua ettiğimi hatırlıyorum. Ali gibi.
"Allahım hiçbir şey ve hiç kimse kalmasın eskilerden."

DİYALOG
+Sureti sikilmiş bir varoluşun kemikleri. Yangın çıkan mahalledeki taranmamış saçlı orospu. Sürekli geçmişiyle hayıflanan/zayıflanan insan... Bunların hepsi aynı umursamazlıkla yaşarlar anlamsız kaşıntılarını. Umursamazlıkla ve duyumsamazlıkla. Zamanında fark edilmiş, fark edilmişliğiyle  varolmuş ve varolan ruhlar. Hala aynı sorunla-rla boğuşan bir tane sıradan insan. Sıradan olduğunun farkında olduğu için kendini farklı sanan bir aptal. 
-Bu ben olabilirim.-
İki atak arasında sıçılmış birkaç aforizma, iki istifra arasındaki mide kasıntısı.
Biraz da Kıvırcık Ali
-İki istifra arasındaki mide kasıntısı, bu aradaki süreçte hayatın sorgulanabilecek kadar değersiz ve basit oluşu. Ruhlarının varoluşundan bu yana saçlarını yolmaktan bıkmayan bilgeler, insanlara teklif getirmekten yorulmayan melekler ve onları izlemekten sıkılmayan tanrı, bu uğraşların sebeplerini aramaktan yorulmadın mı?
                                                   ***
+kendimi keyiflendirmeyi bir kenara bıraktığım andan itibaren keyifsizliğimi nötr'lemenin bana yeteceği düşüncesindeyim. sonuçta iki ileriye gidebilen kimse bir geriye ses çıkarmaz, hatta mutlu olur. ama nedense herkes hayata farklı pencerelerden bakarken, farklı pencerelerden izlerken ben merdiven boşluğunu seyretmekteyim.

hayatımı sürdürmekte sorun yaşıyorum ben. oturup sokak lambasını suratıma vurmasını istiyorum. hayatımı sürdürmeye çalışırken bulduğum çıkış yolları, ara sokaklar hiç var olmamışçasına görünüp gidiyorlar.
şimdi bana iyi manzaralı bir rota söyleyin, gitmem gerekiyor.


-bundan yaklaşık 5 yıl öncesinde kendime hedef belirlediğim noktanın başlangıç noktasına uzaklığı istediğim kadar. ancak eksi yönde. kendime bir yol haritası çizmiştim bu zamanlarda, yola başlayabilmem için haritada kendimi bulma evresini tamamlayabilmiş değilim hala. bazı zamanlarda bu haritanın beni nereye götüreceğini tam olarak bilmediğimi fark ediyorum. demiştim, iki ileriye gidebilen kimse bir geriye ses çıkarmaz, sevinir. sanırım hareket etmeyeli uzun zaman oldu.

şu saatlerde ise güneş doğmasına rağmen yanmaya devam eden sokak lambaları gibi hissediyor, onların yerinde olmayı istiyorum. bir keresinde tüm gece bir sokak lambasını izlemiştim, her şeyin düzelmesini istiyordum o aralar.
yorgunluğumu, keyifsizliğimi nötrleme isteği hayatımda önemli yer kaplıyor, bunu gerçekleştirmek için ideallerimi törpülemeyi denedim, bunu gerçekten yaptım. sonucunda ideallerim en aza indirgenmiş, keyifsizliğim ve yorgunluğum bir hayli artmıştı.

zencefilli kurabiye yiyor güvercinler kanatlarından, bir balık sesleniyor; güneş, diye.
ne zaman kaybedeceksin zihnini, ne zaman yok olacak benliğin?
attığın her adımın geriye olduğunu fark ettiğinde, ne yapacaksın;
yamaçlar ağaçlandırılırken dağın kaydığını hissedince?