5 Mayıs 2020 Salı

REALİTE İLE ARAM BOZUK


Çok acayip bir şey oluyor lan 2 gündür. Çok asabiyim fakat sebebini yeni anladım. Ben bazı kusurlarımdan dolayı gerçeklik konusunda bocalarım. Ama ilk defa bu kadar karıştırdım gerçek ile gerçek olmayanı. 2 gündür gündüz gözüyle hayal görüyorum. Dur anlatayım sayın okuyan;

Doğduğum semtten fiilen göçeli 4 sene, zihnen göçeli bir 10 seneden fazla oluyor sanırım. Bu 4 seneden önce de bir 4 sene günümün yarısından fazlasını başka yerlerde geçirdim. Gerek liseyi başka bir yerde okumam sebebiyle, gerek iş sebebiyle. Sözgelimi ben yokken çok fazla değişti burası. Kentsel dönüşüm nanesi falan işte. Kat karşılığı verdik çocukluğumuzu, varoşluğumuzu. Benim 8 senemi geçirdiğim okulun bahçesinde uçurum vardı lan! Keşke fotoğrafı olsa da göstersem. İşte ben okurken bu formattaydı okul, sonra bu bina yıkıldı arkasına ek bina yapıldı, o bina kullanılırken bunun yerine yeni bir bina yapmışlar falan işte. Bu fotoğraf ön cepheden çekilmiş. Arka cephesinde uçurum vardı işte. Allah çarpsın lan, benim sözüm senet ben size şahit de getiririm isterseniz. Neyse ne anlatıyordum?

İşte bu binanın 4 tarafında çok fazla ayakkabı parçaladım, çok fazla koştum, kaçtım sigara içtim. Çok yaramaz bi çocuk değildim fakat, ceza olarak şu en üst katın tüm sınıf kapılarını boyamışlığım var. Bizzat ağabeyim o mavi kapıya 4 parmağını sıkıştırıp kırmıştı mesela. Ablam voleybol oynarken 2 bileğini birden çıkarıp eve gelmişti bir kez. Benim yediğim dayakları sayamıyorum bile. Tüm sülale aynı okulda okuduğumuz için, ve sülalede okumayı becerebilen tek insan olduğum için ben de onlar gibi işe yaramaz sanılıp direkt fişlenirdim. Sonradan tanıdılar tabi, diğer soy adıma sahip bireyler yaramazdı. Ben ise direkt şeytanın kendisiydim. Bu şimdi anlatmayacaklarımız arasında.
Bu okulun etrafında gözüme çarpan yerleri anımsıyorum şu sıralar belli belirsiz. Gözümü açıp kapatırken bi bakıyorum, o uçurumdan okuldan kaçıyorum. Sonra gözümü bi açıyorum, eve doğru yürürken buluyorum kendimi. Sağ tarafta koltuk tamircisi ağabey, güm güm vuruyor çekiçle bir şeylere. O kadar gerçek sanıyorum ki irkiliyorum. Korkudan tir tir titriyorum.

Bu gece sabaha doğru evdeydim, yine aynı şeyi yaşadım. Anasını sikeyim dedim, ben gidip şu okulun etrafını bi gezeyim. Bir şey mi unuttuk acaba, bir travmam mı var bu okulun etrafında. Korka korka da olsa çıktım yürüdüm. Eskiden çok tekinsizdi oralar, öğlenci olduğumuz zaman karanlık çöktüğünde el feneriyle dönerdik hatta eve. Öyle tekinsizdi yani. O yüzden yanıma kesici delici bir alet aldım öyle çıktım, gittim okulun etrafında turlamaya. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. O uyanıkken gördüğüm hayallerden hiçbirini de görmedim. Ne koltuk tamircisi abi oradaydı, ne uçurum, ne de sikimsonik bir ton şey satan bakkal. Çok korkuyorum lan. İnsan realiteden bu denli kopabilir mi amına koyim! İnsan gerçekliğini anlık da olsa kaybedebilir mi? Deliriyorsun lan galiba Süleyman diye fısıldarken buldum kendimi. Evimi sokağına girerken.

Bir dakika. Süleyman mı? Benim ismim tevellüt ‘96dan beri Hulusi. Kendime neden Süleyman diyorum lan ben? Bu isim mevzusunu kendimle tartışırken kendimi okulun arka bahçesindeki uçurumda buldum. Üstümde o berbat okul takımı. Kıravatımı yine kötü bağlamışım. Süleyman kimdi, bu okul daha 20 dakika önce modern bir binaya sahipti. Bu uçurumu tıraşlayıp yerine istinat duvarı örmüşlerdi. Park bile vardı lan burda derken kafamın çok acıdığını hissedip irkildim. Burnum da kanıyordu. Gözlerimi açmaya korkarken müthiş bir rüzgar hissettim, uçuşup yüzüme çarpan bir kumaş parçasını duyumsadım. Gözlerimi açtığımda uçurumun kenarındaydım, yüzüme çarpan kumaş parçası da kıravatımmış. Süleymanı uçurumun dibinde tüm kemikleri kırık, paramparça olmuş halde görebildim zar zor.  Başında ilkokul öğretmenim Mustafa. ”Yakalayın, Süleymanı şu tepedeki itoğlu it aşağı yuvarladı.” diye bağırıyordu.

deli cafer, ismail, tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım.

DOĞUM GÜNÜ


Şöyle ki cevabı yok bunun, bedava yorma kendini
Devamı biraz daha zor, hayat acıyla demlenir
Hesabı sorulmuycak, cenin pozisyonunda yattığın günlerin
İnsanoğlu kirlenir
Doğum günü bugün. Kimin olduğunu söylememe pek gerek yok. Kendimi ikna edemem bu konuda, zira birkaç aydır her öznem kendisi. Ağlaklık yapmayacağım sayın okuyan, bunu onun okuyacağını da sanmıyorum açıkçası. Okursa lütfen bi sinyal yapsın bana. İhtiyacım var çünkü.
5 Mayıs’ın hayatımdaki önemi nedir diye düşündüm. Çok fazla düşündüm hatta, araştırmalar yaptım. Zihnimi karıştırdım. Beynimin kıvrımlarında bugüne anlam yaratacak veriler aradım. Buldum da aslında. Fakat buraya yazacak kadar cesaret bulamadım kendimde. Bu yüzden tarihteki yaşananlarla kendimi bağdaştıracağım. Bu yazının nereye varacağı konusunda pek fikrim yok. Yazalım, okuyalım görelim o zaman. Al1deburdanYak;

Senden tam 185 yıl önce Kierkegaard isimli bir ağabey doğmuş. Kierkegaard abinin yeri ayrıdır bende. Kendisiyle varoluş felsefesi konusunda araştırma yaparken tanışmıştım. Aptal bir ergendim, ve dahi o günden bugüne kadar sıyrılamadığım doğum lekem konusunda hemfikirdik kendisiyle. Umutsuzluk ikimizin de ortak noktası. Umutsuzluk konusunda yazdığı kitapta şöyle demişti. Oku bak, senle sık sık konuştuk bu konu hakkında. “Zihnin kendinden başka acımasız bir düşmanı yoktur.” Çok tanıdık geldi değil mi? Biliyorum bunları hissettiğini. Fakat söylemek istediğim şu aslında. Sadece senin okuduğun, senin bildiğin bir mektubumda şuna benzer bir şey yazmıştım hatırlarsan. Aynısını Kierkegaard abi de yazmıştı aslında. Mızıkçılık yapmıştım.
“Ben senin şairin olmak istiyorum!
Başkasının şairi olmayacağım.”

Senden 180 yıl önceye gidelim. Sakallının doğumu! Sakallı hakkında da konuştuk senle. Bir acayip adam Marx! Ödevler yaptık hatta senle. Bolca Marx içeren. Marx’ın benim hayatımdaki en önemli insan olduğunu söylemiştim. Sen de bundan sonra benim de hayatımdaki en önemli 2. Adam o zaman demiştin. Birincinin ben olduğumu vurgulayarak. Ne güzel geceymiş.  Sakallıyla aynı gün doğman tesadüf olamaz değil mi ?

Senden tam 39 yıl önce! Cengiz Kurtoğlu’nun doğumu. Cengiz Kurtoğlu hakkında konuşmadık senle. Ama herkes bilir ki Cengiz Kurtoğlu’nun Unutulan isimli albümünü çok severim. O albümdeki en sevdiğim şarkı da Küllenen Aşk isimli şarkı. Şimdi daha da anlam buluyor. Olsun.
“yıllardır küllenmiş aşkın var bende
aşkın mekan kurmuş yanan gönlümde
beni terk edip de gittiğin halde
sana intizara kıyamıyorum
benim kadar sevene rastlamadıysan
dertlere çare bulamadıysan
gittiğin yerlerde garip kaldıysan
geri dön...
o eski yerimizde beklerim seni
üzülme sevgilim affettim seni
bir mecnun yarattın çöldeyim şimdi
eskiden volkandım kül oldum şimdi
en büyük aşkımdın el oldun şimdi
sana intizara kıyamıyorum”
Öhöm! Gözüm doldu lan. Dur toparlanalım. Fırat Tanış’ı tanıyorsun değil mi? Hani sana demiştim ya; ”Çok acayip bi şey çözdüm, sana anlatmam lazım. Şu meseleler bitsin muhakkak konuşmamız lazım” diye. İşte Fırat Abi’nin bir kitapta kendini anlattığı bir meseleyle aydınlanmıştı dünyam. Onu konuşacaktık, konuşamadık. Replacement Child mission meselesini konuşacaktık olmadı. Aynı gün doğmuşsunuz onla da. Olsun, ben yazarım okursun bir ara.

Bir Salı günü doğmuşsun. Binbir türlü hayal vardı kafamda bugüne dair. Fakat ne dünya buna hazır, ne sen. Zaten ben de çok hakim değilim hayaller konusuna. Gerçeklikle sorunlarım var zira. Ne yaşanabilir ne yaşanamaz. Neyin üstünde durmalıyım, altımdan kayıp giden yer küre mi farkında olmuyorum çoğu zaman. Sadece son iki gündür canım biraz fazla yanıyor. Sebebini çözemedim. Çözdüm aslında ama, çözmemiş gibi yapıyorum. Bu benim kendimi savunma mekanizmam. İnsan konfora alıştığı zaman gelişemiyor, kendimi rahatsız ederek geliştirmeye çalışıyorum. Bak rahatsız etmesem yazamayacaktım bunca şeyi. Rahatsız etmesem zihnim çalışmaya devam etmeyecekti. Yokluğun bile iyi geliyor.

Ne anlattım o kadar bilmiyorum, tekrar da okumayacağım. Doğum gününü kutlamam gerekiyordu.  Biyolojik saatimin alarmı sabahtan beri çalıyor çünkü. Onu susturmak için yazıyorum bunları. Okursan bi haber ver dediğim gibi. İyi ki doğmuşsun. Bir patikaydı kesişen yollarımız, tekrar kesişir umarım.

Bol şans, iyi bak kendine. Sen keyfine bak, ben bekleyecek yer elbet bulurum.