27 Ağustos 2020 Perşembe

ALENEN OLMUYOR, BİLDİĞİN BECEREMİYOM

 kapıyı açtım, merdiven boşluğundan kapı açılma sesi duyunca geri kapattım kapıyı. kimseyle muhatap olmamak için. apartman da aile apartmanı ha! muhtemelen babamla karşılacaktım. telefonum günlerdir uçak modunda, wi-fi'ye bağlı olmasının sebebi de arada bir canım isterse birkaç arkadaşımla iletişim kurabilmek. halimi hatrımı sorana cevap vermiyorum. beni ilk yakalayıp telefonumun neden kapalı olduğunu soran kişiye telefonum bozuk dedim, yalan söylediğimi de biliyordu, çünkü onu görünce telefonumu kulağıma götürdüm, baş selamı verip uzarım diye. zaten  daha öncesinde numarasını engellemiştim sık arıyor diye. aramasın olm istemiyorum yalan söylemek. iyi değilim çünkü.

-hep yalan söylerdin de insanları atlatmak için, şu 3 ayda söylediklerin serdar ortacın kumar borcu kadar oldu, dağ gibi  büyüdü sinende. 

mücadele edemiyorum, hırslanamıyorum, isyan da etmiyorum, kabul de etmiyorum. olduğum yerde duruyorum, dünya dönüyor. öyle bi isteksizlik ki, sorulara cevap vermiyorum. görüp kendileri alsınlar mevzudan cevabı diye. konuşmaya değer görmüyorum hiçbi şeyi etrafımda dönen. geçen gün hep alışveriş yaptığım bakkal; "abi sen sigarayı mı bıraktın bayadır sigara almıyorsun" diye sordu. ben hiç sigara içmedim diye cevap verdim. düşünüp dursun götveren.   halbuki sigaraya çok para harcadığım için tütün kullanmaya başladığımı mevcut hükümetin vergi politikaları bağlamında anlatmak isterdim. önceden anlatırdım da, şimdi istemiyorum.

-şimdilerde anlıyorsun çaban boş ve beyhude, tekamülünü tamamlayamadan gireceksin çukura.

Kabul ettim artık, kemale erdiğimden değil. ham ervah oluşumdan. yok yani, olmuyor. hayatımda gerçekliğine ve doğruluğuna inandığım tek saptama bu. olmuyor. hiç hayal kurmazdım da, bazen kısa vadede bi şeyler düşünürdüm. artık onu da düşünmüyorum. yürürken biri gelip ilerde uçurum var, gitme kardeş oraya dese, yürüyelim bakarız görünce derim. ne yapacağımı planlamam. planlayamam. planlayamıyorum. 3 ay önce planlardım, 3 ay önce yaşanan değişiklikler sonucunda önümdeki 20 yıllık planın amına koyulduğunu öğrendiğim için artık daha da mecalim yok.

-ataletini korumalısın, bu saatten sonra yapacağın tek şey bir adım geriye gitmemek. sıfır, eksi birden büyüktür. hiçlik, kötü hissetmekten iyidir. 

ince ince planlamıştım, alacağım ev, içindeki buzdolabı, giyeceğim ayakkabı, gideceğim iş yeri bile belliyken şu an 1 ay sonra nerede olacağımla bile ilgilenmiyorum. 1 ay geçsin görürüz amına koyim!

-planların tutmamak gibi kusurları vardır. sen de muzdaripsin bundan. 

işe yaramaz gibi görünüyorum dışardan. insan değerini başka insanların hayatındaki vazgeçilmezliğiyle doğru orantılı olarak belirler. dönüp bakın etrafınıza, hayatınıza reel olarak katma değer katan insanlar vardır. var işte, bi problem olunca arayıp akıl aldığın, devlet dairesine işin düşünce arayıp iş çözdürdüğün. ben o konumumu çoktan yitirdim. söyledim ya önceden. telefonum kapalı.  işe yaramaz bir adam oldum kaddddiiinuum! yani. volkan konak hesabı. tatile çık bi istersen diyorlar utanıyorum. mücadele eden, yorulan insanın hakkıdır tatil. ben oturuyorum ki yerimde. hareket dahi etmiyorum. utanmasam altıma işeyeceğim. kalkmamak için yerimden.


önceden dibe vurduğumda kabullenirdim. derdim ki; düştün işte, insan düşer kalkıp işine gücüne bakacaksın bir zaman sonra. bu anının tadını çıkar. şimdi diyorum ki; kalkma amına koyim, kaçırdığın bir şey yok. çünkü zihnim o kadar çok dibe vurup çıktı ki, pusulam şaştı. şu an nerede olduğumu bilmiyorum. o yüzden, benim bu sular, ben yüzerim burda. dışarısı bana göre değil. zihnimin dışarısı. 

bir dövüş sanatıyla ilgilenmeye başladım, o iyi geliyor. çünkü karaciğerinize yediğiniz yumruk bir anlık yapay bir hayatta kalma dürtüsü yaratıyor zihninizde. canınız acırken vücudunuz sizden hariç bir şekilde sadece sizi hayatta tutmaya çalışıyor. bu eğlenceli. beynimi kandırmak, vücudumu manipüle etmek yaşadığımı hissettiriyor. ha bir de uyumayı, onu da uyuyamıyorum ama olsun. iyi geliyor.

bazen diyorum ki; "şöyle olsa ne güzel olur lan". sonra diyorum ki ya bırak amına koyim, kim uğraşacak o kadar şeyle otur oturduğun yerde. böyle bir sarmal içerisinde boğuluyorum. hem kırıklığı var hayal dediğin şeyin. bardağın boş tarafı gibi altı çizili bekliyor karşında. bunu kaldıracak gücüm de yok çünkü. hayal dediğin şeyin böyle hıyar bir tarafı da var çünkü.

bunu yazmaya devam etmeyi de istemiyorum şu an. belki bir paragraf yazıp son veririm ama. bilmiyorum ne yazacağımı. dümdüz duruyom yerimde. 

-günler sonra-

ne yazacağımı bilemediğim için bırakmışım orada. tekrar baktım tekrar bulamadım yazacak bir şey. ağlak bir gavat gibi görünüyorum ordan bakınca değil mi ? sen bi de beni ayaktayken görecektin.

7 Ağustos 2020 Cuma

ANLAMSIZDIR, VAROLUŞ GİBİ

 kalemimi istediğim gibi kullanmaya çalışırken çok yoruluyorum fakat deneyeceğim. bodoslama daldım sayfaya, istediğim gibi yazabilirsem okuyacaksın bunu. zaten okuyabiliyorsan istediğim gibi yazmışımdır.


acılarını acılarım gibi, utançlarını utançlarım gibi taşıyorum ruhumda. hayatımın en radikal dönüşümlerini yaşarken hissettirmedim bunu sana. ama acıların ile acırken bunu sana hissettirmemek çok zor. bunu beceremedim.

 "Yandım ateşlerde yandım

Söyle sen nasıl dayandın

Ben de hâl kalmadı"


bu çok kişisel bir hikaye, sadece bana ait aslında ama yazmasam çıldıracaktım. neler hissettiğini bilemiyorum, nasıl planların var onu da bilemiyorum. yerinde olsam neler yapardım tahayyül dahi edemiyorum. böyle bir kusurum var. kendi hezeyanlarımı yaşarken inanılmaz telaşlı ve panik halinde olsam da, ben dışındaki herkesin problemlerine karşı tamamen rasyonel bir gavat olabiliyorum. fakat inan duyumsayabiliyorum senin acılarını, yakarışlarını.



sen yürürken sırtında dünyayla, arkanda sırtında kamburuyla yürüyen bir varlığa güvenir misin onu da bilmem.  ben dünyayı sırtından atmış, sadece yürüyeceği yolu semerine bağlamış bir insanım. ve buradalığımla menşurum bu dünyada. benim sözüm senettir. kaldırımı görür geri kalkarım. dünyanın umrunda değiliz fakat inancım şu ki; hayat insanı kaldırıma burnunu değdirecek kadar düşürür ve geri kaldırır. 


şimdi oralarda tam tersi pusulamda bir yerlerde nefes almaya devam ediyorsun. -aynı gökyüzüne bakıp soluk almak bile müthiş!- benim aldığım nefes göğüs kafesime batarken, sancırken beynimin içindeki siyam kedisi, elbette ki sözlerimin değeri pay kaybetmez varolmaya teşne durumlar için. fakat varoluşum anlamsızdır. binlerce ontolojik kaygımın sonucunda vardığım sonuç bu. hiç! varoluşun ise piç etmiştir beynimin içindeki birkaç kimyevi etkileşimi. 

"Göğsümde bi' susta vardı zemberek gibi dönen

Duyamazdım kendi nabzımı bile kanımın gürültüsünden

Dua etmek için susturanlar kuşları

Kestiler benim çocuk sesimi kırık parmak uçlarım"


nerden geldi bilmem şu göğsümün üzerine oturan öküz, midemin üstüne oturan tedirgin güvercini ezen şu öküz! hrant abi şöyle demişti son yazısında: "Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce." benim de hrant abi gibi göğsümdeki tedirgin güvercine dokundular! o tedirgin güvercini ezen öküz sayesinde düzgün düşünemiyorum, düzgün uyuyamıyorum, yazamıyorum, yaşamıyorum. yakalıyorum bi yerinden mevzuyu, zorlanıyorum sonra tutmakta avuçlarımın içinde. çünkü benim bazı duyularım gibi parmak uçlarım da hissizdir. 


ahvalimi anlatırken gizli ögeler barındırmak canımı sıkıyor. yazmaya yeni cesaret bulmuşken birkaç gizli saklım olmasını da hoş karşılıyorum açıkcası, bu bağlamda kendimi nasıl gülünç durumlara düşürdüğümü anlatacağım; kendimi sızım biraz geçsin diye komik durumlara düşürüyorum. bir dert yüzünden bin dermana sataş oldum. aptal sporlar yapıp canımı yakıyorum, değersiz şeyler okuyup beynimi meşgul ediyorum -ki düşünme lanetime ket vurayım diye, değersiz şeyler  izliyorum -ki yansın diye şu beynim, kulaklarımdan dumanlar çıksın. tüm bu uğraşlarımın sebebi ecnebilerin comfort zone dedikleri şeyden uzaklaşmak  tabi ki. fakat şunu hesaba katmamışım, yersiz, yurtsuz bir adamın zone’u neresidir ki oradan uzaklaşsın? zone’umu siktiğiminin yerinde kendime yakıştırdığım her alanda yabancılık çekiyorum. yerküreye yakışmıyorum, yerküreyi kabul etmiyorum. öyle ki günün birinde terk-i diyar eylersem siyah olmalı kefenim. “ben bu dünyanın kirine bulaşıp da geldim karşına Ya Râb!” diyebilmek için. diyebilmek için; kirli geldim fakat pis değilim. onca yıl hayat manzarasına kirli bir pencerenin ardından bakan bir insan olarak temiz olduğumu elbette ki iddia edemem.  fakat bir gıdım kalmış haysiyetim adına çatıştığım her olaydan üstüme bulaşan bir parça kir yüzünden de kirli olduğuma inanmıyorum. 

"hesabı sorulmuycak cenin pozisyonunda yattığın günlerin

insanoğlu kirlenir"


insan olmanın onurlu bir tarafı yok nazarımda. sansasyonel diye tanımlıyor bazı şayirler. onlar şayir, ben sayir oldum aklı evvel bir insan olarak. stratosferde oturup dünyayı izleyen bir sayir. her şey benle ilgili. ama hiçbirinin öznesi olamıyorum yaşananların. benden habersiz yaşanıyor her şey. çıldırmama ramak kala yerküreye indiğimde ise kukla gibi hissediyorum. bunca yaşanandan anladığım şey şudur ki: hayat saçmasapandır. çünkü  ruhumu, bedenimi dünyaya satmışım da, yaptığım hiçbir şeyde irade gösteremiyormuşum gibi. ben olamayacaksam burada, ben olmamın ne anlamı var ki. söyledim duymadın mı! varoluşum anlamsızdır!


neyse ne... dediğim gibi kişisel durumlar bunlar, yazmaya devam etmeye de gücüm yetmedi, biraz sen biraz ben biraz da bizi anlattım. dilim de dönmüyor açıkçası hissettiklerimi anlatmaya. konuşmaya ve yazmaya başladığımda türkçem kusursuz idi. artık dil kurallarına uymayı bile anlamsız buluyorum. bundan bir süre önce yazdığım her şey anlaşılabilir olsun, kolay okunup anlaşılsın isterdim. şimdi bu da sikimde değil. yardım çağrılarım hep cevapsız kaldı zira.

 kuklayım demiştim, bir el yönetiyor beni yukardan. şimdi gökyüzüne bir merdiven dayayıp onun yanına gitmenin hayalini kuracağım!