7 Ağustos 2020 Cuma

ANLAMSIZDIR, VAROLUŞ GİBİ

 kalemimi istediğim gibi kullanmaya çalışırken çok yoruluyorum fakat deneyeceğim. bodoslama daldım sayfaya, istediğim gibi yazabilirsem okuyacaksın bunu. zaten okuyabiliyorsan istediğim gibi yazmışımdır.


acılarını acılarım gibi, utançlarını utançlarım gibi taşıyorum ruhumda. hayatımın en radikal dönüşümlerini yaşarken hissettirmedim bunu sana. ama acıların ile acırken bunu sana hissettirmemek çok zor. bunu beceremedim.

 "Yandım ateşlerde yandım

Söyle sen nasıl dayandın

Ben de hâl kalmadı"


bu çok kişisel bir hikaye, sadece bana ait aslında ama yazmasam çıldıracaktım. neler hissettiğini bilemiyorum, nasıl planların var onu da bilemiyorum. yerinde olsam neler yapardım tahayyül dahi edemiyorum. böyle bir kusurum var. kendi hezeyanlarımı yaşarken inanılmaz telaşlı ve panik halinde olsam da, ben dışındaki herkesin problemlerine karşı tamamen rasyonel bir gavat olabiliyorum. fakat inan duyumsayabiliyorum senin acılarını, yakarışlarını.



sen yürürken sırtında dünyayla, arkanda sırtında kamburuyla yürüyen bir varlığa güvenir misin onu da bilmem.  ben dünyayı sırtından atmış, sadece yürüyeceği yolu semerine bağlamış bir insanım. ve buradalığımla menşurum bu dünyada. benim sözüm senettir. kaldırımı görür geri kalkarım. dünyanın umrunda değiliz fakat inancım şu ki; hayat insanı kaldırıma burnunu değdirecek kadar düşürür ve geri kaldırır. 


şimdi oralarda tam tersi pusulamda bir yerlerde nefes almaya devam ediyorsun. -aynı gökyüzüne bakıp soluk almak bile müthiş!- benim aldığım nefes göğüs kafesime batarken, sancırken beynimin içindeki siyam kedisi, elbette ki sözlerimin değeri pay kaybetmez varolmaya teşne durumlar için. fakat varoluşum anlamsızdır. binlerce ontolojik kaygımın sonucunda vardığım sonuç bu. hiç! varoluşun ise piç etmiştir beynimin içindeki birkaç kimyevi etkileşimi. 

"Göğsümde bi' susta vardı zemberek gibi dönen

Duyamazdım kendi nabzımı bile kanımın gürültüsünden

Dua etmek için susturanlar kuşları

Kestiler benim çocuk sesimi kırık parmak uçlarım"


nerden geldi bilmem şu göğsümün üzerine oturan öküz, midemin üstüne oturan tedirgin güvercini ezen şu öküz! hrant abi şöyle demişti son yazısında: "Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce." benim de hrant abi gibi göğsümdeki tedirgin güvercine dokundular! o tedirgin güvercini ezen öküz sayesinde düzgün düşünemiyorum, düzgün uyuyamıyorum, yazamıyorum, yaşamıyorum. yakalıyorum bi yerinden mevzuyu, zorlanıyorum sonra tutmakta avuçlarımın içinde. çünkü benim bazı duyularım gibi parmak uçlarım da hissizdir. 


ahvalimi anlatırken gizli ögeler barındırmak canımı sıkıyor. yazmaya yeni cesaret bulmuşken birkaç gizli saklım olmasını da hoş karşılıyorum açıkcası, bu bağlamda kendimi nasıl gülünç durumlara düşürdüğümü anlatacağım; kendimi sızım biraz geçsin diye komik durumlara düşürüyorum. bir dert yüzünden bin dermana sataş oldum. aptal sporlar yapıp canımı yakıyorum, değersiz şeyler okuyup beynimi meşgul ediyorum -ki düşünme lanetime ket vurayım diye, değersiz şeyler  izliyorum -ki yansın diye şu beynim, kulaklarımdan dumanlar çıksın. tüm bu uğraşlarımın sebebi ecnebilerin comfort zone dedikleri şeyden uzaklaşmak  tabi ki. fakat şunu hesaba katmamışım, yersiz, yurtsuz bir adamın zone’u neresidir ki oradan uzaklaşsın? zone’umu siktiğiminin yerinde kendime yakıştırdığım her alanda yabancılık çekiyorum. yerküreye yakışmıyorum, yerküreyi kabul etmiyorum. öyle ki günün birinde terk-i diyar eylersem siyah olmalı kefenim. “ben bu dünyanın kirine bulaşıp da geldim karşına Ya Râb!” diyebilmek için. diyebilmek için; kirli geldim fakat pis değilim. onca yıl hayat manzarasına kirli bir pencerenin ardından bakan bir insan olarak temiz olduğumu elbette ki iddia edemem.  fakat bir gıdım kalmış haysiyetim adına çatıştığım her olaydan üstüme bulaşan bir parça kir yüzünden de kirli olduğuma inanmıyorum. 

"hesabı sorulmuycak cenin pozisyonunda yattığın günlerin

insanoğlu kirlenir"


insan olmanın onurlu bir tarafı yok nazarımda. sansasyonel diye tanımlıyor bazı şayirler. onlar şayir, ben sayir oldum aklı evvel bir insan olarak. stratosferde oturup dünyayı izleyen bir sayir. her şey benle ilgili. ama hiçbirinin öznesi olamıyorum yaşananların. benden habersiz yaşanıyor her şey. çıldırmama ramak kala yerküreye indiğimde ise kukla gibi hissediyorum. bunca yaşanandan anladığım şey şudur ki: hayat saçmasapandır. çünkü  ruhumu, bedenimi dünyaya satmışım da, yaptığım hiçbir şeyde irade gösteremiyormuşum gibi. ben olamayacaksam burada, ben olmamın ne anlamı var ki. söyledim duymadın mı! varoluşum anlamsızdır!


neyse ne... dediğim gibi kişisel durumlar bunlar, yazmaya devam etmeye de gücüm yetmedi, biraz sen biraz ben biraz da bizi anlattım. dilim de dönmüyor açıkçası hissettiklerimi anlatmaya. konuşmaya ve yazmaya başladığımda türkçem kusursuz idi. artık dil kurallarına uymayı bile anlamsız buluyorum. bundan bir süre önce yazdığım her şey anlaşılabilir olsun, kolay okunup anlaşılsın isterdim. şimdi bu da sikimde değil. yardım çağrılarım hep cevapsız kaldı zira.

 kuklayım demiştim, bir el yönetiyor beni yukardan. şimdi gökyüzüne bir merdiven dayayıp onun yanına gitmenin hayalini kuracağım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder